Yaz geliyor, tehlikenin 
farkında mısınız?

Havalar ısındı, mutat yaz şarkıları geçit töreni de başladı 
doğal olarak… Evet, sahnede yine o bildiğimiz isimler var.

Yaz geliyor, tehlikenin 
farkında mısınız?
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 17.05.2015 - 17:00

Geçtiğimiz gün, evde bağırarak telefonla konuşmaya çalıştığım bir dostum, Metin Şentürk’ün Ay’dan duyulacak derecede yüksek sesle “Görmezden gelmeyin!” diye bağırdığı sırada bir “Yuh!” nidası koparttı: “Ben burada telefonu uzaklaştırdım kulağımdan. Bu nasıl gürültü? Mitingde misin sen, diye soracağım ama mitinge gidecek olsan da özellikle Metin Şentürk’ünkini tercih edeceğini pek tahmin etmiyorum.”

Metin Şentürk, İstanbul 2. Bölge’den bağımsız milletvekili adayı malumunuz ve propaganda aracı bizim oralarda turlamayı seviyor. “Aklımı kaçırmak üzereyim” dedim, “Biri gidiyor öbürü geliyor. Kafamın içindeki düşünceleri duyamaz oldum be!”

O sırada, muhtemelen bir diskoluk ekipmanla donatılmış otomobilin biri evin önüne park etti. Gülşen’in ismiyle müsemma şarkısı Bangır Bangır’ı, bangır bangır çalarak… “Yavrum kaldır kollarını, teslim ol etrafın sarılı / Sabret af çıksın sana ben öptürcem bu evin yollarını / Bunlar iyi günler sana ben göstercem kıvrak oyunlarımı” sözlerini hattın öbür ucundan dinleyen dostum; “Bu hangi parti be?” diye sordu: “Evden almaya geldiler seni galiba. Avukat lazım mı?”

“Bu particilerin partisinden adayımız Gülşen” dedim. “O meşum tabirle 2015 yazına damgasını vuracak parçasını çığırıyor. Bu duyduğun, seçimler geçince de geçmeyecek yani. Temmuzu var, ağustosu var...”

Anladığım kadarıyla, Gülşen, bu yazın Büyük Birader’i olarak konuyu kapatmış. Sokağa çıkıyorsanız, şurda ya da burada, illa ki yakalanıyorsunuz, kaçarınız yok. Ki sokağa çıkmasanız da yakalanıyorsunuz. Bittecrübe sabit.

Bakmayın, mayısı yarıladığımız halde başımızı yağmurdan kaldıramıyor olmamıza, memleketin pop semalarında güneş çoktan açtı.

Serdar Ortaç olsun, Ferhat Göçer olsun, Hande Yener olsun, Demet Akalın olsun, Gülben Ergen olsun, yaza damgasını vuracak eserlerini teker teker eteklerinden döküyorlar.

Geçtiğimiz gün, omlet yaparken, Ferhat Göçer’in Yıllarım Gitti (Kendimle Yüzleştim) isimli hüzünlendirsin mi, gerdan mı kırdırsın bilemeyen müstesna eserini şuursuzca terennüm ettiğimi fark edip hangi ara sözlerini ezberlemiş olabildiğim konusunda hayrete gark oldum misal. Bu satırların kaleme alındığı sırada da fonda Hande Yener’in Sebastian’ı çalıyor. Erotik film izlediği ortaya çıkınca sosyolojik araştırma yapıyordum tonundan çalan Zekeriya Beyaz taktiklerine sığınmayacağım; birkaç kere dinledim, dinledikçe dinleyesi geliyor insanın. İşportacılarda çalan, cıstaktan sözün duyulmadığı düzenlemelerden değil en azından. Bu aralar depresyon kuyularında ipsiz kalmış olduğum için, iyi geldi laylomu. Prozac gibi şarkı valla. Hande Yener’in manitasına, uşağı olduğunu tahmin ettiğimiz Sebastian aracılığıyla posta koyma durumu nedir diye sormayacaksınız. Pop bu, maksat gönüller şen olsun.

Nitekim onlar da aranjmanlarıyla gurur duyuyor olsalar gerek ki, şarkı Volga Tamöz ft. (featuring) Hande Yener şeklinde sunuluyor.

Şu ana kadarki lakırdılardan, pop müziği snobe ettiğim gibi bir intiba uyanıyorsa, sümme haşa derim. Bilakis. Tam da popçu çağımdayım üstelik. 10 gün kadar önce The Times’da Are We Too Old for Pop Music? (Pop Müzik İçin Çok Mu Yaşlıyız) başlıklı bir makale vardı. Özetle, gençlerin müzik ilahlarının peşinde koştuğu, ileri yaşlardaysa, müziğe daha ziyade moral takviyesi şeklinde yaklaşıldığı savını öne sürüyordu.

Müzik platformu Spotify’ın yaptığı bir araştırma 34 yaşına kadar dinleyicilerin, genel akımdan olabildiğince uzak müzikler dinlediğini koymuş ortaya. 34’ten sonraysa, iş tuhaf bir hâl alıyor, dinleyiciler, 42’de bu durumun şahikasına ulaşmak suretiyle, 20’lerinde dinledikleri kıvamda, popüler müziğe sarıyormuş. Spotify bu durumun “bir müzikal orta yaş krizi” olup olmadığının merakında araştırmalarını sürdüredursun, hâl-i pür melâlimi izah açısından, 43 yaşında olduğumu söyleyeyim, kafi gelecektir sanırım.

Benim derdim, gönlüme göre bir pop parçası bulamamak olabilir. Hele ki konunun içinden bir bilmem ne mix ya da remix’i geçiyorsa, ses izolasyon sistemi olan bir cennet hayal etmeye başlıyorum. Oysa istiyorum yani, birkaç senedir, yaz gibi yaz yaşamamış olabiliriz ama hiç değilse, yaz gibi tınısın...

Naçar düşünce, sen yaz şarkısının resmini yapabilir misin Abidin diyerek, mevzuya hakim ‘bir bilen’lere meram açtım. Şimdiye dek piyasaya çıkanlar arasında Gülşen’inkinin nispeten iyi bir parça olduğunu düşünen –söz olmaz sözü üstüne- müzik yazarı Naim Dilmener’in, Serdar Ortaç’la ilgili merakına mucip olan şey, biraz hazin. “Yok mu yanında hayrına tavsiyede bulunabilecek bir arkadaşı? Bir tek kişisi de mi yok yahu?” diye soruyor: “Bazı şarkılarının melodilerini çok sevdim, gerçekten, doğru düzgün bir düzenleme yapılsa, oturur dinlersin yani. Fakat tabii, derdin müzik mi ticaret mi, o da var. Asıl gezen güruh da o ruh hâline bakan insanlar. Bunları duymak istiyorlar. Alan memnun, satan memnun.”

Club mix’ti, beach mix’ti, iş düzenleme mevzuuna gelince, “E onlar da konfeksiyon işi tabii” diyor: “Loop bankaları var, milyon tane alternatif içinden bir şeyler beğenip satın alıyorlar. Ama tabii kimse de buralardan iş aldığını söylemediği için, Ahmet Mehmet’ten çalmış gibi tuhaf durumlar da çıkıyor ortaya. Aynı dükkanın müşterileri halbuki.”

Serdar Ortaç deyince bana hiç bakmayın. Yıllardır aynı kötü şarkıyı başka isimler vere vere söyleyip duruyor diye söylenirdim, bu yazki “çıkış parçası” Konuş’la kendini aşmış, keşke yine aynı şarkıyı söyleseydi derken yakaladım kendimi. Bu kez daha beterini yapmayı becermiş zira. Duymamak gibi bir lüksünüz olabiliyor mu? Maalesef. Her yerde. Yine...

Köşe yazarı ve hafifmuzik.org sitesinin sahibi Mehmet Tez; “Ben yaz şarkısı deyince tatile eşlik eden şarkıyı anlıyorum” diyor: “Basit düşünen bir insanım. Benim için yaz demek tatil demek, işten güçten kurtulmak demek, bizi bekleyen güzel bir yerlere gitmek demek, dinlenmek demek, denize girmek demek, hiçbir şey yapmak zorunda olmamak demek. Parti demek, neşeli olmak demek, bunun gibi şeyler. Klişeler yani. Ama klişeler güzeldir. Yaz şarkıları da klişeleri sever. Yani benim bakış açımdan yaz şarkısı biraz böyle olmalı. Basit, sabun köpüğü gibi, yormayan, hayatı kolaylaştıracak bir şey gibi düşün. 

Dream TV Genel Yayın Yönetmeni Şafak Ongan, Türkçe popu önyargısız dinleyince eskiye göre daha iyi işler çıktığının farkına varılacağını düşünüyor: “Mesela Gülşen’in Bangır Bangır’ı ve Hande Yener’in Sebastian’ı. Edis’in şarkısı Benim Ol da yazın güzelerinden. Seneye hatırlanmaz ama böyle bir mis yonu yok zaten.

Bu sektöre ömrünü akıtmış ve taş gibi müzisyen olan Aykut Gürel, “Dünyada Summer Hits Compilation’ları hep en çok satanlar arasında” diyor: “Temelde bu bir satış stratejisi. İnsanlara denizi, plajı, bikiniyi, şortu, yanık teni, her an kalçanı sallamak istermiş gibi hissettiğin ruh hâlini hatırlatan groove’ların kullanılması yeter ve şart olan bir müzik üretim türü. Bu fotoğrafa çok uyan latin, hispanic, reggae, reggaeton, samba, bossanova, yani sıcak ülke groove’larının bulunduğu ve bunların club müziğinin klişe unsurlarıyla harmanlanmış olduğu şarkılardan söz ediyoruz. Yazın her yerde çalsın, yeter. Şarkıcısına ekstra ya da belediye konseri getirsin, olay mükemmel sonuçlanmış demektir. Her yerde çalmasa da önemli değil. İki magazin haberi, birkaç tweet’le, yaza damgasını vurdu/vuracak falan diyorsun, yine oluyor. Temel hedefler bu kadar yüzeysel olunca bunların birbirine benzemesinin ayıp kaygısı da ortadan kalkmış oluyor. İyi tarafı nedir? Güzeli, hakikaten güzeldir; eğlendirir, dans ettirir, kendini iyi hisseder, bir daha dinlemek istersin, çalarken eşlik edersin, falan filan. Kötü tarafı nedir? Yoktur. İnsanı gülümseten bir şeyin kötü tarafı olur mu hiç?”

Peki bizde durum nedir? “Sektörün neredeyse tamamı yaz şarkısı denen tempolu şarkılar üzerine kafa yoruyor” diyor. “Hızlı şarkın yoksa bir hiçsin mertebesine geleli 570 cumadan fazla oldu. Sebebiyse, Türkiye dinleyicisi, müziği dinlemek için tariflediğim yüzeysel algılamanın ötesine sahip değil maalesef. Derin işlere gerek yok, yaz-kış summer hit’leri daya, tamamdır. Bizden yaz hit’i çıkmıyor, çıkmaz da. Bunlar mutlu, yaşama istediği dolu, içinden umut taşan, razı, pozitif şarkılardır. Bunları da ancak böyle yaşayan insanlar yapar ve söylerler. Biz mutlu suratlarla dolaşan bir dolu mutsuz olduğumuz için -annem böyle tipler için ‘Oğlum bunlar aç gezinip tok salınanlar’ derdi- bizden de ancak summer hit’in çakması çıkar. Bak ama büyük ve yıllardır ölmeyen hit’lerimize, ağla ağla, duramazsın. Hepsi başarılı ve büyük şarkılar... Neden? Çünkü gerçek. Son dönemde Türkiye’de yaz şarkısı bir tek (Gülşen-Murat Boz düeti) İltimas’ı beğeniyorum. Onun da Ozan Çolakoğlu’nun düzenlemesi ve intro melodisini. Bunlar bahsettiğim fotoğrafa uyuyor. Yoksa, şarkının kendisi, yine acı dolu. 

Eller havaya alemlerinin standart klasiklerinden Sürünüyorum’u masaların üzerine çıkıp zıplayarak söyleyen kaç nesil eksidi, düşününce... 10. Yıl Marşı’nın remix’i yaz şarkısı olmuş zamanında, İltimas’ta iki satır acılı söz varmış, çok mu?

Hayırlı yazlar olsun diyelim. 8 Haziran’a ne şekil çıkacağız, zaman gösterecek. Hayal kırıklığı söz konusu olacak olursa, yaz boyu sığınılacak şarkılar da hayat kurtaran cinsten değil, bilin de ona göre alın önleminizi. 

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler